Eve bebeksiz gitmek…

Bebeklerinden ayrı annelere ithafen…

Pediatri uzmanları olarak enerjimizin büyük bir kısmını ailelere, tabi en çok da annelere harcamak durumundayız. Hasta ve hasta yakınlarına hep empatiyle yaklaşan bir doktor olmama rağmen, anne olduktan sonra özellikle annelere yaklaşımım olgunlaştı. Benden duymak istediklerinin ne olduğunu daha iyi anlıyorum ve bu sayede sorunlar çok daha kolay çözülüyor. Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde çalışmaya başladığım günden beri hislerim daha da değişti, oradaki annelerin yaşadığı zorlukları artık daha yakından görüyorum. Aylarca karnında taşıdığın yavrunu, kucağına almak için gittiğin hastanede bırakıp eve dönmek, bir kadın için tarifi olmayan bir ızdırap olmalı, hele de o bebek eve hiç gidemeyecekse…

Günde bir kez, yalnızca birkaç dakika, küvözün başında, dokunamadığın bebeğini izlemek. Kendi bebeğine  dokunmak istediğinde hemşireden izin istemek,  hemşire/doktor günde defalarca bebeğine dokunurken. Anneler ve babalar bebeklerini izlerken ben de onları izliyorum, hüznün ve sevginin karışık olduğu gerçekten tarif edilemez bir görüntü oluyor. 

Bir gün hastalarımdan birinin annesiyle konuşurken verdiği tepki beni önce çok şaşırttı ama sonra onu anladım. Benim açımdan yani tıbbi olarak bebeğin ciddi bir sorunu yoktu, hafif bir kan şekeri düşüklüğü olmuş, yatırıldıktan sonra düzenli beslenme ve damardan sıvı tedavisi ile düzelmişti ve damardan tedaviyi kestikten sonra aynı sorun tekrarlayacak mı diye bir gün daha izlememiz gereken bir hastaydı. Anneye “bi sorun olmazsa yarın taburcu edeceğiz” dedim, olumlu bir tepki bekliyorum. Anne ağlamaya başladı “ama beni bugün taburcu ediyorlar”. Kendisinin bir sağlık sorunu yoksa taburcu olmasının iyi olduğunu, bu kararı kadın-doğum doktorunun verebileceğini anlattım ama kadıncağız bana defalarca yalvardı bebeği de aynı gün taburcu etmem için. Tekrar tekrar anlattım bebeğin durumunu, anladı beni ama yine de ısrar ediyor taburcu olamaz mı diye. Ben de biraz sitemli bir şekilde “bak burda ne kadar ağır hastalığı olan, hayati tehlikesi olan, aylarca yatan bebekler var; senin bebeğin onlara kıyasla ne kadar sağlıklı, kıymetini bilmiyorsun” diyince, “biliyorum, farkındayım ama yine de eve bebeksiz gitmek istemiyorum” dedi. İşte orada anladım kadıncağızın hislerini, 1 gün bile ne kadar dayanılmaz bir acı verecektir diye düşündüm. 

Çocuk sahibi olmayı “isteyen” bir aile düşünün (bu yazıda istemeden çocuk sahibi olanlar dahil edilmemiştir zaten); eşyalar, kıyafetler, mobilyalar, son yıllarda baby showerlar, süslemeler, vb. Anne bir yandan bebeğine kavuşacağı günün hayalini kurarken bir yandan da tedirgindir “iyi bakabilecek miyim bebeğime?” diye, sonra karnındaki kıpırtıları hissedince unutur korkularını. Bebeğini kucağına aldığı anda ise “mutluluk ve huzur” sarar içini, endişelerin hepsi uçar gider, yani çoğu zaman. 

Çoğu zaman çünkü hastanede yan odadaki anne, diğer odalardaki bebeklerin sesini duydukça ağlıyor olabilir. Malesef her bebek dünyaya sağlıklı gelmiyor. Günümüz teknolojisi sayesinde bazı hastalıklar anne karnındayken tanı alabiliyor ancak hala ne kadar kısıtlı olduğunu belirtmem lazım. Çünkü gördüğüm kadarıyla yanlış bir beklenti var, “gebelikte bütün kontrollere gittik, ultrasonla da baktılar, bi sorun yoktu. Nasıl dersiniz bebek hasta  diye?” gibi yorumlarla sık karşılaşıyoruz. Fakat bebeğin yaradılışından gelen veya doğum sırasında meydana gelebilecek hastalıkların TÜMÜNÜ önceden bilmek, günümüz şartlarında mümkün değil. 

Sık yaşanan gebelik sorunlarından biridir erken doğum. Doğum erken başlarsa ya da anne ve/veya bebeğin sağlığı tehlikede olduğunda bebek prematüre olarak dünyaya gelmek zorunda kalır. Sağlık durumu ise ne kadar erken doğduğuna, anne karnında geçirdiği sorunlar ve daha birçok şeye bağlı olarak değişir. Bu yüzden prematüre anneleri apayrı bir duygudurum içinde olurlar; bir yandan evlatlarının hastalığına üzülürken bir yandan da hamilelik sağlıklı gitmediği için içten içe kendilerini suçlarlar. Bazıları önceki çocuğunu da prematüre doğurmuş, belki kaybetmiş olabilir. Akrabaları (kayınvalide, elti, görümce, vb) bu konuda çok kırıcı davranmış olabilir, “dokuz ay tutamadın içinde” gibi yorumları çok duydum. Yanlış anlaşılmasın, elbette ki anne kendine ne kadar iyi baksa da, her kontrolünü düzenli yaptırsa da hamilelik sürecinde önlenemeyen olumsuzluklar yaşanabilir. Ancak hamileliği boyunca takiplerini yaptırmayan, tedavisine uymayan (örneğin gebelik şekeri,  vb) ve bu yüzden bebeklerinin hasta doğmasına sebep olan anneler de yok değil. Fakat şu anda bu yazıyı okuyanlar arasında bu kadar duyarsız birisi olacağını sanmıyorum. 😉

Hastane süreci hastalar, hasta yakınları, herkes için sıkıntılıdır, hele de yeni doğum yapmış, hormonların ve kendini suçlamanın etkisiyle duygusal olarak labil, emzirmenin hayalini kurarken pompayla sütünü sağıp hastaneye bırakan anneler için ağzımızdan çıkan her kelime, hatta söyleyiş tarzı çok önemlidir. Fiziksel ve ruhsal olarak bu kadar çökkün insanlara yaptığımız açıklamalara çok dikkat etmemiz gerekir, söylediklerimizi olduğundan farklı anlayabilirler, fazla olumlu veya fazla olumsuz yönde yorumlayabilirler. Mümkün olduğunca yalın, kısa ve yoruma açık olmayacak şekilde net konuşulmalıdır. Bebek iyiye gitmiyorsa konuşmak daha da zorlaşıyor, olumsuz haberleri verirken tabi ki çok üzülüyoruz hepimiz. Ama güzel haberleri vermek, uyguladığın tedavilerin sonuçlarını görmek bizi de çok heyecanlandırıyor, bebekle ilgili bir gelişme olduğunda hemşire/doktor ekip olarak kendi aramızda konuşuyoruz “annesine söyleyince çok sevinecek” diye. ☺️

Bebeğin sağlık sorununa, gebelik haftasına, kilosuna, enfeksiyon durumuna göre hastanede kalma süresi değişir. 1000 gr’ın altında doğanlar genellikle aylarca yatarlar. Anneler her gün servise endişeli bir ifadeyle girerler. Uzun süredir yatanlar öğrenmiştir nereye bakacağını, kilosu ne kadar olmuş, beslenmesi artmış mı, kakasını yapmış mı diye hemen bakar. Kötümser olur prematüre annesi genelde, kötü haber gelince daha kolay kabullenir, güzel habere ise olması gerekenden fazla sevinir, solunum cihazından çıktığını görünce sanarsın taburcu haberi verdik; yoğun bakımdan çıkarıp izlem servisine alacağımızı söylediğimde ise eminim o çocuk üniversiteyi kazandığında bile bu kadar sevinmeyecektir. 😊 Bebek yeterli olgunluğa ulaştığında ve annesi beslemeye başladığında yüz ifadesini görmenizi isterdim, yeni doğum yapmış bir annenin “mutluluk ve huzur” dolu ifadesi gibi ama daha fazlası…

Sonra unutuluyor bu günler, poliklinikte karşılaştığımızda sanki yoğun bakımdayken beslenmesini 1 ml arttırdık diye sevinç çığlıkları atan anne o değilmiş gibi sıradan şeylerden şikayet ediyor. Keşke hep böyle olsa fakat malesef bazı ailelerde  herşey normal, sıradan olamıyor. Prematürelik nedeniyle bazı bebeklerde sekel arazlar kalabiliyor. Henüz gelişmemiş organların vaktinden önce çalışmasına bağlı olarak kronik akciğer hastalığı, kalp yetmezliği, iç organlarla ilgili sorunlar görülüyor. En ciddi prematürelik sorunlarından biri de serebral palsi (beyin felci). Gebelik haftası ne kadar küçükse beyin kanaması, beyin gelişiminde duraklama gibi sorunlarla daha sık karşılaşıyoruz. Bu sorunların bebeğe ne gibi arazlar bırakacağını erken saptamak çok önemli ve bu yüzden her bebeğin gelişim basamakları çok yakın takip ediliyor. Şimdi yoğun bakımdaki prematüre annesini bir kez daha düşünün, bir yandan “çocuğum iyileşecek mi?  Kucağıma alıp eve götürebilecek miyim?” diye kaygılanırken, bir yandan da “beyninde hasar kalacak mı? Eve sağlıklı bebek götürebilecek miyim? Yoksa bir engelli annesi mi olacağım” diye endişeleniyor. Cevap veremeyeceğimiz sorular…

Amacım, çevrenizde varsa bir prematüre ailesi, onlara karşı bakış açınızı değiştirmekti, ne kadar güçlü olduklarını göstermek ve diğer ebeveynler kolikten bile çok şikayet ederken o ailelerin ne büyük zorluklarla uğraştığını anlatmak. Ve varsa bu yazıyı okuyan bir prematüre ailesi, doktorların gözünde nasıl bir konumları olduğunu söyleyebilmek.